yandex resim
Selahattin Demirtaş cezaevi röportajı | Milletin Seçimi - www.milletinsecimi.com

Selahattin Demirtaş cezaevi röportajı

selahattin demirtaş

Politik yasaklı hale getirmeye çalışıyorlar!

Daha önceki HDP Eş Genel Başkanı Demirtaş, cezaevinden suallerimizi cevapladı.

HDP’nin daha önceki eş genel başkanı Selahattin Demirtaş, politikadaki yol haritasına ait “Bir HDP’li olarak, demokrasi ve sulh için, partimin yanında, partimle beraber olmaya devam edeceğim. Fakat ne yakın ne de ileri bir vakitte HDP’de eş başkanlık dahil “seçilmişlik” pozisyonu gibi bir düşüncem yok. Zati bu saatten sonra, yasal olarak da bunu olanaksız kılmak için çabucak ağır cezalarla hem beni içeride tutmaya hem de politik yasaklı hale getirmeye çalışıyorlar” diye konuştu. Türkiye’nin otoriterleşmesindeki en ehemmiyetli kırılma noktasını Çözüm Süreci’ne yeterince sahip çıkılmaması olarak değerlendiren Demirtaş, mahalli seçimlere konusunda de “Muhalefet partileri ortak bir demokrasi programı çevreninde ilkesel ve uzun vadeli mücadele birliği sağlayabilseler, bunun mahalli seçimlere yansıması çok ciddi oranda netice alıcı olur” diye yazdı.

-Özgürlüğe kavuşmanız dileğiyle söze başlamak istiyorum. İki senesi içerde yoğun çalışarak, üreterek geçirdiniz. Şimdi nasılsınız? Yorgun musunuz? Şayet öyleyse sizi en çok ne yordu? Veyahut ne mutlu etti? Neler hissediyorsunuz?

Teşekkür ediyorum, haksız yere cezaevlerinde tutulan herkesin özgürlüğüne kavuşmasını diliyorum. Benim sıhhatim ve moralim iyidir, kendimize olabildiğince iyi bakmaya çaba ediyoruz. Burada iki senedir yoğun bir tempoyla çabalarımı sürdürüyorum. Fakat netlikle kendimi yorgun veyahut umutsuz hissettiğim tek bir saniyem dahi olmadı. Dışarıdayken de çok yoğun bir çalışma tempom vardı zati, bu istikametiyle alışkın sayılırım. Daha çok da dışarıda yaşananları yakından izlemeye çalışıyoruz. Doğrusu, bizi öyle fazla da mutlu edecek bir atmosfer yok dışarıda. Demokrasi, özgürlükler ve sulh ortamı bu kadar tahrip edilmişken mesut olacak şeyler bulmak kolay değil. Mutluluktan çok umut ehemmiyetlidir benim için. Umudu her daim savunarak ayakta kalabileceğimize inanıyorum. Hiçbir suç işlemeden cezaevinde kalıyor olmak insanı kahredecek gibi düşünülüyorsa yanlıştır, en azından suç işleyip cezaevine girmekten iyidir bizim vaziyetimiz. Siyasi operasyonlar ve politik kararlarla buraya konulduk, burada da politik duruşumuzu, mücadelemizi sürdürmeye devam ediyoruz. Kendimizi katiyen çaresiz filan hissetmiyoruz. Aksine kuvvetli ve moralliyiz, zira haklıyız.

-Hapishane günleriniz nasıl geçiyor?

Günlük hayata dair yemek, temizlik, avukat ve aile görüşleri dışındaki vaktimizin hemen hemen tamamını okuyarak, yazarak geçiriyoruz. Günlük gazeteleri, haber bültenlerini izliyoruz ayrı olarak. Her hatıramızı randımanlı kılarak hayattan kopmamaya önem veriyoruz. Olabildiğince spor yaparak beden sıhhatimizi da savunmaya çalışıyoruz. Sonuçta yüksek güvenlikli bir cezaevinde küçük bir hücrede tutuluyoruz ve bu hücrenin, duvarların ruhumuzu karartarak teslim almasına asla müsaade etmiyoruz. Çok kolay olmuyor elbette fakat bizim hayatımız ne vakit kolay oldu ki?

KANTARIN TOPUZU KAÇTI

-FETÖ’nün darbe teşebbüsünün hemen peşinden yargıdaki dönüşümü nasıl değerlendiriyorsunuz? FETÖ yargılaması/yolları tarihe karıştı denebilir mi?

Yargı hiçbir dönemde tarafsız ve bağımsız olmadı. Hiçbir dönemde hukukun üstünlüğü ve global hukuk ilkeleri asal alınmadı. Yargı her vakit “devletçi, güvenlikçi” bir anlayışla hukuku açıkladı. Ancak son on senede öncellikle Fethullahçı yapı, arkasından da AKP’nin bizzat kendisi yargıya yönelik açık ve ağır müdahalelerle kantarın topuzunu iyice kaçırdılar. Şu anda sıhhatli işleyen bir yargı düzenini bir yana bırakın, ortada bir yargı düzeni kalmadı. Hangi hakim “ben baskı altında değilim, kararlarımı korkmadan, çekinmeden verebiliyorum” diyorsa ya kendini kandırıyordur veyahut AKP’ye angajedir zati. Olağandışı siyasal dönemin olağandışı yargısı olarak ülkeye büyük ve kalıcı hasarlar verdiklerinin farkında dahi değiller. Toplumda adalet duygusu bu kadar vahim düzeyde yara almışken hiçbir siyasal hareket sıhhatli, kalıcı, işleyen bir toplumsal düzen yapamaz. Yargıçlar bu korku ve baskı atmosferine teslim olmamalılar, toplumun geleceğini karartan bu adaletsizliklerin parçası haline gelmekten kaçınmalı ve evrensel hukuku esas alan kararlara cesurane imzalamalılar. Hakim sorumluluğu, bunu gerektirir.

-Avukatlar, hakimlerin deneyimsizliğinden, savunma makamının dışlanmasından, savunmaya yapılan müdahalelerden yakıntı ediyorlar. Siz ya da avukatlarınız, duruşmalarda olması gerektiği gibi savunma yapabildiğinizi düşünüyor musunuz?

Avukatlar da maznunlar da bu şikayetlerinde haklılar elbette. Son iki senede en küçük bir yargı tecrübesi olmayan binlerce hukuk mezununu, doğru dürüst staj bile yapmadan ağır ceza mahkemelerinde kürsüye oturturdular. Yalnızca deneyim eksikliği de olsa amenna. Düşünün ki altı ay öncesine kadar AKP’nin şehir-kaza yöneticisi olan bir avukat bugün ağır ceza hakimi sıfatıyla HDP’lileri veya diğer karşıt görüşlü kimlikteki yurttaşları yargılıyor ve çok ağır cezalara çarpıtıyor. Burada gerçek manada bir mahkemeden söz edilebilir mi? Bunu yapanlar konjonktürel olarak güç devşirip yargı eliyle toplumu, muhalefeti sindirdiklerini düşünüyor olabilirler fakat adalet inancına, adalet duygusuna verdikleri zararın yarattığı kalıcı tahribatın ve yozlaşmanın çok daha ağır olacağını hesaba katmıyorlar ne yazık ki. Avukatlar da, barolar da savunmanın her evresinde engelleme, kısıtlama hem de saldırılarla, gözaltına alınmayla karşı karşıyalar. Ben ve avukat arkadaşlarım da bir takım mahkemelerde çok ağır savunma hakkı ihlalleriyle karşılaştık. Bir takım hakimler beni ve avukatları dinlerken duruşma salonunda vakit kaybı yaşanıyor gibi davranıyorlar. “Bir an önce savunmanızı bitirin de zati en başından beri verdiğimiz kararı izah edelim” havasındalar. Tabii tüm bu vaziyetlere karşın hukukun ve yargıçlık mesleğinin onurunu savunmaya çalışan çok sayıda yargıçla da karşılaştığımı belirtmek isterim.

‘BEN HAKİM OLSAYDIM…’

-ÇHD avukatlar davasında aynı kurul 24 saat içinde tahliye kararından döndü. Sonra da başka mahkemelere atandılar. Bu ortamda, hakimlerin siyasi davalarda özgürce tahliye kararı vermesi beklenebilir mi? Kendilerini baskı altında hisseden hakimlere bir hukukçu olarak iletiniz var mı? Siz hakim olsaydınız, stresle baş etme yollarınız ne olurdu?

Az önce de belirtiğim gibi yargıçlar ne yazık ki ki çok fazla siyasi baskı altında kalarak işlerini yapmaya çalışıyorlar. AKP’li olduğunu gizleme gereği duymayan yargıçları kastetmiyorum tabii ki. ÇHD’li avukatlar davası da bu istikametli baskıların, siyasi müdahalenin en açık ve çarpıcı örneğidir. O davaya yönelik ağır siyasi müdahale ve vahim hukuk ihlalleri bu arada diğer hakimlere yönelik de bir iletidir. Ancak bir insan hakimlik gibi onurlu ve zor bir mesleği seçenek etmişse sonuçları ne olursa olsun adaletten, hukukun üstünlüğü ilkesinden taviz vermemelidir. Şayet bunu yapabilecek gücü ve pozisyonu yoksa da üstündeki baskıları izah edip teşhir ederek istifa etmelidir bence. Bunca suçsuz insanın günahına girmek yerine buna alet olmamayı seçmek daha doğru davranış olur kanımca. Sorun stresle baş faktörün çok ötesinde bir onur, bir şeref sorunudur. Şayet baskı altında haksız, hukuksuz bir karara zorlanıyorsan ve bunun dışında bir seçeneğin yoksa ben hakim olsaydım bunu izah eder ve istifa ederdim.

-Türkiye’de mahkemelerin Reisicumhur’nın direktiflerinin dışında karar veremeyeceğini duruşmada da söylemiştiniz… Hal böyleyken, ne olacak bu yargının hali? Bir hukukçu olarak değerlendirir misiniz?

Hakim Savcılar Heyeti geçen sene yayınladığı bir direktif ile mahkemelerin tahliye kararı vermeden önce HSK’den görüş almasını istedi. HSK Başkanvekili de böyle bir vesikayı doğruladı zati. Oysa bu çok açık bir Anayasa ve yasa ihlalidir. HSK’nin böyle bir görevi de yetkisi de yoktur. Peki bu HSK’nin başkanı kimdir? Adalet Bakanı. Adalet Bakanı kimdir? Reisicumhur tarafından atanmış bir kişidir. ÖYLEYSE mahkemeler tahliye kararlarını en azından teorik olarak Reisicumhuruna sormuş olmuyorlar mı? Kaldı ki benim davam dahil bir çok davaya konusunda, Reisicumhur açıkça yargıya baskı, direktif mananına gelecek yorum ve izahlardan kaçınmıyor zati. Mesela benim için açıkça “teröristtir”, “yargı bunun hak ettiği cezayı hemen vermelidir” gibi tümceler kurabilmiştir ki, bu ortamda bu türden söylemleri baskı olarak kabul etmeyecek tek bir yargıç yoktur sanırım. Ancak bütün bu çığırından çıkma hali geçicidir, çok uzun sürdürülemez böylesi kaotik tertip eder. Er geç akıl, yürek, adalet galebe çalacaktır. İyi kötü, Türkiye demokrasi yürüyüşünü sürdürecektir. Hiçbirimizin bugün olanları normalleştirmemesi, alışmaması gerekir. Aynı zamanda kararlıca ve inatla, hukuk ve adalet mücadelesini de her şartta sürdürmek, olmazsa olmazdır.

HAYDİ DEME ZAMANI

HDP’nin Türkiye partisi olma iddiasını kuvvetli şekilde ortaya koyduğu 7 Haziran’ı, öncesini ve sonraki günleri düşünürsek, keşke dediğiniz bir şeyler var mı?

Politikada “keşkeler” her olaydan, bir süreçten ders çıkarıp ileriye bakabilmektir. Yoksa hayıflanma mananında keşkenin politikada bir karşılığı yoktur. 7 Haziran’da HDP hemen hemen bugün hali hazırda orada durmaktadır. Ancak HDP’nin dışındaki koşullar, etkenler, etkenler 7 Haziran gibi değil. Değişim HDP’de değil, şartlardadır. Biz de değişen şartları öngörebilen bir politik tahlille beraber yeni siyasal iletişim metotları, buna uygun dil ve söylem ile yeni siyasi mücadele stratejilerini daha yaratıcı ve başarılı bir tarzda geliştirebilmeliydik, geliştirebilmeliyiz. Kanımca “keşke” deminin değil “haydi” demenin zamanıdır. Yılgınlığa yer yok bizim dünyamızda. Ne yenildik ne tükendik ne de zayıfladık. Gücümüzün ve potansiyelimizin farkında olarak Türkiye’yi demokrasi ve barış rotasına sokacak tesirli bir politik mücadele hattını hayata geçirme sorumluluğuyla karşı karşıyayız.

MUHALEFET VAHİM HATALAR YAPTI

-Türkiye’nin gittikçe otoriterleşmesine karşı HDP ve diğer muhalefet partileri, yapmaları şart olan her şeyi yaptı mı?

Muhalefetin bu süreçteki sorumluluğu belirleyicidir bence. Kendimi de dışında tutmadan açık yüreklilikle belirtmeliyim ki, muhalefetin vahim ve tarihsel hataları bugüne geliş yolunu ehemmiyetli ölçüde açmıştır. Sözgelişi çözüm sürecine demokrasi güçleri yeterince sahip çıksaydı ve bizler şiddetten, silahtan, çatışmadan, savaştan arınmış bir politik atmosfere taşıyabilseydik Türkiye’yi, yeni anayasa, demokratikleşme,  beraber hayat, kutuplaşmanın ortadan kaldırılması konularında hep birlikte ciddi bir mesafe kat edebilirdik. Ama şimdi bakıyorum da AKP-CHP-MHP-İYİ Parti dahil bütün çevreler çözüm sürecinden bir yıkımmış gibi söz ediyor ki bu çok yanlış, yanılgılı ve vahim bir hatadır. Meseleleri; kiminle yapılırsa yapılsın konuşarak, diyalog kurarak çözme yolu en doğru ve ahlaki olanıdır. Muhteva, tarz, amaçlar vs tenkit edilebilir ama diyalog yolunu hıyanet olarak tanımlamak kendisine sosyal demokrat diyen bir muhalefete yakışmıyor. Yeniden, dokunulmazlıkların kaldırılması sürecindeki tavır, Yenikapı mitingine angaje olma, HDP ile yan yana durmaktan korkulması, sulh ve çözüm projesi izah etmeyerek içerde-dışarda savaş siyasetlerine destek sunulması, iki senedir illegal bir şekilde içerde tutuluyor olmamıza karşın böyle bir şey yokmuş gibi davranılması otoriterleşmeye açıkça taban sunmuştur. Toplumsal muhalefeti kuvvetli bir demokratik halk muhalefetine dönüştürmek yerine grup toplantılarına sıkıştırmak da aynı derecede otoriterleşmeye, korku abuhavasının kök salmasına uygun fırsatları altın tepside sunmuştur sanki. Bunlardan ders çıkarmak acil ve elzemdir.

UMUT IŞIĞININ PEŞİNDEN…

-Türkiye’de demokrasi ve sulh hesabına hala umut var mı?

Umudu yitirmek için tek bir neden göremiyorum. Toplumun yarısından fazlası, itirazını seçim yoluyla zati ortaya koyuyor. Diğer yarısı da yeni bir alternatif göremediği için, zorunluluktan iktidarın çevreninde başka bir deyişle “güvenli” bölgede beklemeyi seçenek ediyor. Başka bir deyişle toplumun ekseriyeti, kuvvetli bir değişim umudunun ışığını dahi görse peşinden gitmeye hazırken ne diye umutsuz olalım ki? Baskıların ve adaletsizliklerin yarattığı tahribat yok mu, var elbette. Fakat ağlayıp sızlamanın değil, yaralarımızı sararak demokrasi ve sulh mücadelesini hızla büyütmenin beklentisi içerisinde olma vakitidir. Olabildiğince fazla kitlesel bir araya gelişlerle hem toplumun değişik kesimlerinin birbirleriyle temasını sağlamak hem de daimi moral, umut ve cesaret sağlayacak motive edici işler yapmak gerekir. Faşizm, kendisinden korkulduğu sürece ayakta kalır. Fakat bizim tek derdimiz faşizmi sonlandırmak değil bu arada onun yerine kuvvetli bir demokrasi yapmak olmalıdır. Zira faşizmin sonu otomatik olarak demokrasiye çıkmıyor. Bu noktada demokratik muhalefetin her düzeyde açık, ilkeli, işbirliğine, ittifaka, mücadele ortaklığına açık olması çok ehemmiyetlidir.

-Şimdi dışarda olsaydınız ne yapardınız?

Dışarıda olsaydım daha tesirli bir mücadele yürütebileceğimi her fırsatta söylüyorum. Zati bu sebeple burada tutulmuyor muyum? Yeniden benim dışımda, Sayın Figen Yüksekdağ başta olmak üzere HDP’nin bütün tesirli sözcü ve kadroları bu yüzden içeri atılmadı mı? Ama dışarıdaki arkadaşlarımız da ağır baskılara karşın ellerinden geleni yaptılar. Bu nedenledir ki HDP’yi dağıtmayı, eritmeyi, zayıflatmayı muvaffak olamadılar. Katiyen da muvaffak olamayacaklar. Dışarıda da olsam içeride de olsam ben, halklarımız arasındaki sulh, eşitlik ve adalet köprüleri için çalışmaya devam ediyorum. Elimden gelen katkıyı sunmaya çalışıyorum. Demokrasi, özgürlükler, insan hakları, eşitlik gibi değerlerin müessesesel ve kalıcı olduğu ortama sulh denir zati. Bunların gelişmesi için çalışmak sulha hizmet etmektir. Sırf seçim gibi konjonktürel gündemlere takılmadan, ilkeli bir sulh mücadelesi sürdürmek gerektiğine tüm kalbimle inanıyorum. Meselelerimizi çatışmanın dili ve yolu dışında çözebilme yeteneğini göstermek zorundayız.

“İki yıldır yasadışı bir şekilde içerde tutuluyor olmamıza rağmen böyle bir şey yokmuş gibi davranılması otoriterleşmeye açıkça zemin sunmuştur.”

SEÇİLMİŞ OLMAYACAĞIM

-Yol haritanızı paylaşır mısınız bizimle?

Politika, sırf partiler aracılığıyla yürütülen bir faaliyet değildir. HDP elbette ki ehemmiyetli bir siyasi oyuncu olarak yürüyüşüne güçlenerek devam edecektir. Ben de bir HDP’li olarak, demokrasi ve barış için partimin yanında, partimle birlikte olmaya devam edeceğim. Ama ne yakın ne de ileri bir zamanda HDP’de eşbaşkanlık dahil “seçilmişlik” pozisyonu gibi bir düşüncem yok. Zaten bu saatten sonra, legal olarak da bunu olanaksız kılmak için alelacele ağır cezalarla hem beni içeride tutmaya hem de siyasi yasaklı hale getirmeye çalışıyorlar. Lakin benim politikadaki karşılığım, asla oturduğum koltuklardan kaynaklı değildi. Halkla aramızdaki sıcak, özbeöz, direk yoldaşlık ilişkisiydi. Bunu hiçbir ağır ceza, hiçbir cezaeevi duvarı, hiçbir siyasi yasak engelleyemez. Halkla aramızdaki bu çok güçlü bağ olduğu sürece, ben siyaseten rolümü içtenlikle yerine getirmeye devam edeceğim. Bundan tek muradım güçlü bir demokrasiye ve onurlu bir barışa hizmet edebilmektir.

DÖVÜŞ DE EDERİM

-Siz de HDP idaresi de aranızda bir mesele olmadığını söylüyorsunuz. Yeniden de bu istikametteki yorumların ardı arkası kesilmiyor. Bu algının nedeni nedir?

Ben açık fikirli olmaya, tenkit ve tekliflerimi en doğru yol ve yollarla ve sonuç almaya odaklı olarak düşüncelerimi ortaya koymaya hep ehemmiyet verdim. İki yıllık hapishane sürecimde de böyle davranmaya önem verdim. Partimiz HDP’de bu yol, ilkesel bir tutumdur aynı zamanda. Benim her arkadaşım HDP’de kendini en özgür şekilde, en katılımcı ve yapıcı şekilde dile getirebilsin diye biz HDP’yiz. Bizi farklı kılan ve öncü, kişi, otorite partisi olmaktan ayıran da bu özelliğimizdir. Dolayısıyla kendi kendimizi dile getirme eylemlerimizden yola çıkarak bunu ayrılık, ayrılma, kriz gibi tanımlamak bize çok yabancı kavramlardır. Ben de, HDP’deki her yoldaşım da kıyasıya tartışır, gerekirse “dövüş” eder, sonra da ortak kararlaşmayla, beraber, omuz omuza, heyecanla yürümeye devam ederiz. Sualinizde sözünü ettiğiniz algının nedeni, bizi klasik otoriter erkek egemen öncü partileriyle mukayese ederek değerlendiriyor olmaktır. Biz, Türkiye’nin özgürlükçü yegane partisiyiz ama bunu maalesef ki yeniden biz halka yeterince anlatamadık, göstermedik. Tabii ki iktidarın bize yönelik negatif algı ve linç kampanyalarının da bunda büyük tesiri var. Biz HDP olarak güzel bir siyasi partiyiz velhasıl.

GÖNLÜMDEN GEÇEN…

-Yerel seçimlere dair, HDP ve muhalefet nasıl bir kampanya yürütmeli?

Muhalefet partileri ortak bir demokrasi programı çevreninde ilkesel ve uzun vadeli mücadele birliği sağlayabilseler bunun yerel seçimlere yansıması çok ciddi oranda sonuç alıcı olur. İttifak, strateji gibi konularda benim bir şey demem doğru olmaz. Buna parti idareleri, halkın beklentileri doğrultusunda karar verecektir. Benim gönlümden geçen açık, saydam ve ilkeli bir birlikteliktir. Türkiye’nin bütün ezilenleri asgari bir demokrasi programı çevreninde buluşursa yalnızca yerel seçim değil, önümüzdeki asır bile kurtarılmış olur. Partisel çıkarlar yerine ezilen sınıf, kimlik, cinsiyet çıkarları öncellenip cesaretli politik hamlelerle tabular yıkılır ve bütün demokrasi güçleri ortak adaylar çevreninde (en azından bir takım şehirlerde) yan yana gelebilirse Türkiye’nin önü açılır, ülke soluk alır. Fakat kuvvetli, cesaretli, kararlı politik öncülük gerektiren bir liderlikle olur ancak. Kampanya da bu motivasyonla tam bir şenlik, heyecan ve heyecan atmosferine dönüşecektir.

UMUT HER YERDE

-Seçim gündeminden bıkanlara, geleceğe konusunda umutsuzluğa kapılanlara ne söylemek istersiniz?

Bu karanlık tablonun iç açıcı olmadığının farkındayım. Seçim ve politik parti curcunalarından bazen gına geldiğini de biliyorum. Size ne diyebilirim ki? “Gelsenize, mahpushane çok güzel” demek isterdim ama kıyamam size. Ketıl olayına girmediğim için link atamıyorum ama Yılmaz Güney’in Cannes’da ödül alırken yaptığı konuşmayı son ses dinleyin bir daha. Üstüne bir de, Kenan Evren’in cenaze merasimindeki yalnızlığını izleyin. Kesinlikle fırsat yaratıp Mamak, Ulucanlar, Diyarbakır, Metris c.hanelerinin önünden geçin. Bir zamanlar orada yaşanan zulmü anımsayın, zulme karşı direnişleri yad edin. Deniz’in, Mazlum’un, Mahir’in, İbo’nun ve nicelerinin kabrini ziyaret edin. Kır çiçekleri bırakın ve deyin ki “eşkıyaların saltanatını yıkacağız, bekle zafer şarkılarıyla geçişimizi, bekle bizi İstanbul.” Demem o ki, çevrenize bir bakın, umut o kadar çok ve her yerde ki. Hayalini kurmak size kalmış artık.

KIRGIN MI?

-Son olarak, iki yıldır tutuklusunuz. Kırgın olduğunuz birileri var mı? Meclis’te mesai harcadığınız vekiller, HDP‘li olsun olmasın, tahliyeniz için yeterince gayret gösterdi mi?

Bu tür sualleri bir gün sağ salim buradan çıkarsam tekrar sorun lütfen, çünkü şu anda anımsamıyorum, belki o zaman anımsarım 🙂

Cevap Yaz